Düşünmeden konuşmasının cezasını çekiyordu oysaki neden aramazken.
Zamanında olanlara aldırmamış, herkesi kırmıştı bencilce.
Tek tek kaybedince,
Anlamıştı hatasını, susmuştu ölümüne.
Hiç bilmediği bir yerde, kimin eli kimin cebinde, yaşıyordu öylece.
Deliriyor muydu? Bilmiyordu…
Karşıdan karanlıklar içinden biri geliyordu, sanki, ona doğru.
“Sen de kimsin” diye soruyordu.
Ama, cevap alamıyordu, çünkü kimse O’nu duymuyordu.
Çünkü O susuyordu…
İçinden sorular sorup duruyordu.
“-Adımı sorma. Sana geldim, yardıma.
-
-Öylece bakma bana.
-
-Eğer, yardıma ihtiyacın yoksa…
-
-Peki, gidiyorum. Rahatsız ettim, kusura bakma.
- “
Cevapta vermek istiyordu aslında.
Konuşamıyordu ama.
Uzunca bir süre sonra geriye dönüp baktığında, geçmişin enfes kokusunu hatırladı.
İnsanlar, severdi O’nu, çok severdi…
Ama O bunun farkında bile değildi.
Umursamazdı.
Şimdi, çaresiz, aç, pis kokuyordu.
Yaşıyor muydu?
Buna ‘yaşamak’ mı diyordu.
Yaşamak buysa O ölsündü…
-Bu sabah aha şurda ölü bulduk O’nu.
-Öldü mü? Yardım edecektim O’na, elinden tutacaktım!
-Çöpe attık bedenini. Kimsesi yoktu O’nun. Napacaksın, terk etmiş evini gelmiş buraya. E ölecek tabi sonunda!
- "