28 Eylül 2007 Cuma
*gözyaşları ve karanlık*
keybedecek bişeyin kalmadığı zaman gökyüzüne bakıp yıldızlara anlamsızca gülümsediğinde gözlerin yaşlarla dolu oluyorsa, içinde bir yerlerde karanlıklardan kurtulmak isteyen küçük bir çocuk var demektir.
yalnızlık seni ürkütmüyorsa, daha çok hapsolmak istiyorsan karanlığın sersemleten pençesine, işte o zaman aynaya bir bak ve neler kaybettiğinin farkına var. çünkü, içinde bir yerlerde ağlayan bir kadın gizli demektir.
şarkılarda kaybolurken gözyaşların bedenine emir veriyorsa, korkma... sonsuzluğun yersiz duygusu kaplamıştır içini. işte o zaman kendini dinle. çünkü, içinde bir yerlerde bir delikanlı gizli demektir.
ağlamak kimi zaman seni kendine getiriyorsa, bencilliğin yalanlarına kanıyorsın demektir. düşünmemek için kendini yormaya çalışma. hatırlamak bazen kötüdür. işte o zaman anla ki içinde bir yerlerde yaşlı bir kadın gizlidir.
yalanlarla kendine duvar örüyorsan, kim olduğunu bilmiyorsun demektir. eğer kendi içinde savaş halindeysen, yaşamdan istediğini almamış fakir bir insansın demektir. işte o zaman içinde bir fabrikatör gizlidir.
eğer sadece yazıyorsan ve yazdıklarına kimse gibi sende anlam veremiyorsan, diğer insanlarla aynı yerdesin demektir ki o zaman kağıt kalemi bir kenara bırak. çünkü o zaman içinde öss'ye hazırlanan bir genç var demektir, özgürlüğüne düşkün...
sessizliğin içinde kendi kendine konuşup hıçkırıyorsan, dünya umrunda değil demektir. ne aynalar yalan söyler, ne de zaman... eğer olanlara kafa yormak seni eskisinden daha çok yoruyorsa, içinde kalabalıkta yalnız kalmış bir insan var demektir.
kolay işlerle uğraşmaktan kaçıyorsan, eski hislerin kaybolduysa ve sadece karamsarsan, dünya herşeye ramen kötü değildir. en azından bunun farkında olman için müziği son ses açıp eline kağıt kalem alman gereklidir... ve yazmak... içinden gelenleri... gözyaşların damlarken burun deliklerinden, umursamadan hayatı... sanki hayatın ritmine kapılmışsın ve bir melodiymişsin gibi... korkmadan, gözyaşlarını bir mendile emanet etmeden... ve kolunu kaldırıp burnunu sildiğin an, anlayacağın tek şey, içinde kendin gizlisin...
21 Eylül 2007 Cuma
Eski Bi' Yazı Daha...
İnsanlar çok öküz. Affedersiniz evet öküzler. Birde öküz olanların genellikle erkek tarafı olduğunu söylemek istiyorum. Yolda yürüyen bayan gördüler mi korna ya da laf atmalar devreye giriyor. İğreniyorum ya… ve yol tıkanık. Annem fırına girdi. Ekmek alıcak. Ekmek yok dedi adam. Saat 5 daha… annem adama laf söylerken çıktım dükkandan. Dışarıda bekliyorum. Annem fırından çıktı ve bakkala yürümeye başladı. “anne! Burada bekliyorum!!” diye seslendim arkasından. Tınlamadı ama ben beklemeye devam ettim. Yol tıkanık dedim ya, illa bi kaç kro olacak. Ve bunlar bi acayipti. ‘öküz gibi bakmak’ kavramına yeni bi stil eklendi. GÖZLÜK ÜSTÜNDEN BAKMAK!!!!
Eski Bi' Yazı...
Adam salına salına yukarı sağa sola bakarak yürüyeyim, artistlik yapayım derken, şemsiyeye kafa attı!
Muhahah! İşte bunlara çok gülüyorum. Yolda sağa sola baka baka, hava atayım diye yürürsün (de neyinle hava atmaya çalışıyorsun birader onu anlamış değilim gerçi kendinle hava atmaya çalışırmış gibi bir edan var ama bilmiyorum artık…!) sonra anlık bir şey olur veeee (olmayan) KARİZMA YERLERDE!!!!
Yarışmaya Katıldığım Yazı...
Mavi Bakışlar
“Soğuk bir Pazar günüydü. Kış artık kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Annemle çarşıya gittik. Tabanı yırtılmış lastiklerimin yerine, ayaklarımı sıcak tutsun diye, babamdan aldığımız üç beş kuruş para ile kundura alacaktık. Herkes bu sene kışın çetin geçeceğini konuşuyordu. Okula giderken parmak uçlarım o kadar üşüyordu ki, annemin “Hangisini istersin?” diye sorduğunu iki çift ayakkabıdan tabanı en kalın olanını seçtim. Sevincimi tarif edecek kelime bulamıyordum. Hele yarın sabah okula onları giyerek gideceğimi bilmek beni çok heyecanlandırıyordu. Bir de baktım ki babam bahçede kış aylarının en önemli işini yapıyor, odun kırıyor. Eskisi gibi dinç olmasa da bağ, bahçe, ahır işlerini aksatmıyor. Kunduralarımı o da çok beğendi. “Güle güle giy.” dedi. Ben de elini öperek teşekkür ettim. Onu ve annemi daha da mutlu edebilmek için derslerime çalışıyorum. Babam hep diyor ki: “Vatanımızın çalışkan insanlara ihtiyacı var. Sizler okuyacaksınız, tıpkı Atamız gibi büyük işler yapacaksınız. Biz çok zor yıllardan geçerek geldik. Allah bize bir daha o günleri göstermesin.”
Sabah uyandım. Yeni kunduralarımı giydim ve okula gittim. Sevincimi içimde saklıyordum. Çünkü onu da alamayan arkadaşlarım vardı. Sınıfımıza oturduk, muallim bey geldi ve dersimize başladık. Aradan çok geçmedi ki sınıfımızın kapısı çaldı. Önce büyük bir kalabalık gördüm. Sonra sınıfımız bir çift mavi gözle aydınlandı. Heyecandan ölmek üzereydim……”
…
Heyecandan ölmek üzereydim ki sınıfa girdi. Muallim bey derin bir sessizliğe gömülmüş, o parlayan gözlere içtenlikle bakıyordu. Aniden yerinden fırlayarak O’na sınıftaki en güzel köşeye, öğretmen kürsüsüne davet etti. Ancak O anlamlı bakışlar, “Hayır, ben vatanımızın genç dimağlarıyla bir arada olmak istiyorum.” dedi ve ben içimde çok büyük bir heyecanla oturduğum sıranın kenarına iliştim. Konuşmasını bitirdikten sonra bizlere yaklaştı. Ve minik gözlerimize bir bir baktı.
Hepimiz O’na heyecan dolu gözlerle bakıyorduk. Ve O büyük Paşa benim oturduğum sıraya biraz daha yaklaştıktan sonra örgülü saçlarıma elini uzattı. Ben heyecandan kıpırdayamıyordum. Saçlarımı biraz okşadıktan sonra kafamı kaldırarak o güzel mavi gözlere gülümsedim. Bana sıcacık bir ses tonuyla adımı sordu. “Senin adın ne?”
İçimde bir fırtına koptu. Kelimeler dudaklarımdan dökülmek istiyor yalnız dilimdeki heyecan bunu engelliyordu. Bir anda çabuk bir şekilde dilim kelimeleri serbest bıraktı. Heyecanla “Zeynep, efendim.” diyiverdim. Ve bana sıcak ses tonuyla sorduğu ikinci soru “Vatanın için sen ne yapacaksın?” oldu. Ve ben gene heyecanla, gene çabukça “Hekim olmak istiyorum, efendim.” dedim. Sıcak bakışlarla bana gülümsedi. İşte o an o gözleri hiçbir zaman unutmayacağım beynime adeta kazınmıştı. O parlayan mavi gözler, bu defa arka sıraya yönelmişti.
Arka sırada oturan arkadaşım Ahmet’in babası, çobanlık yapıyordu. Aynı sıcaklıkla Ahmet’e ismini ve ne olacağını sordu. Ahmet, öğretmen olmak istediğini söyledi. Ve paşamızın izinde gideceğini söyledi. O güzel mavi gözler, bir daha parladı. Sıra Ayşe’deydi. O da orduda sıhhiye olup, vatan için kendini feda eden Türk askerlerinin yaralarını iyileştirmek istediğini söyledi. Bu defa o parlayan mavi gözler nemli nemli olmuştu. Bu kez ben de çok duygulanmıştım.
Kesin kararımı vermiştim ki vatanım için her türlü zorluğa göğüs gererek okuyup, hekim olacaktım. Ve o mavi gözlerin, anlamlı bakışların, derinliğini, sıcaklığını hiçbir zaman unutmayacaktım.
O gün üzerinden birkaç sene sonra…
Bugün sıcak bir yaz sabahı, babam beni erkenden kaldırdı. Gün daha henüz ağarıyordu. Birlikte tarlaya çapa yapmaya çıkmıştık. Öğle sıcağından sonra babamla biraz dinlenmeye çekildiğimizde aklıma lise zamanlarında okumak için çektiğim zorluklar geldi. Okuma mutluluğu ile çoğu kız arkadaşım okula gönderilmezken, kar kış demeden, babamın güçlüklerle aldığı kunduralarımla, bizim köyden 8 km uzaklıktaki diğer köye gitmek için, bu sabah kalktığım gibi gün henüz ağarırken kalktığımı hatırladım. Ama bunlar daha çocukluk yıllarımdayken söz verdiğim gözler içindi…
Babama bunlardan söz etmek isterdim ki tam o anda muhtarın yanındaki kahvenin çırağı koşarak yanımıza geldi. Nefes nefese kalmıştı. Belli ki acil bir şey yetiştiriyordu. Elindeki zarfı bana doğru uzatarak, “Bunu muhtar gönderdi, abla!..” dedi. Heyecanla zarfı yırtarak açtım. İçindeki kağıdı çıkardığımda hızlı hızlı okumaya başladım.
Mutluluktan oturduğum yerden zıpladım. Babam da “N’ oluyor?” diyerek kalktı. Ve o çocukluk zamanımda, mavi gözlerin bana “Vatan için sen ne yapacaksın?” dediği gündeki gibi heyecanlandım. “Baba hekimlik kazanmışım! Hem de Ankara’da!!” Babamın da o sırada ilk defa heyecanlandığını gördüm. Ağzından çıkan tek cümle “Kızım hekim oluyor!” oldu…
Koşa koşa eve yetiştim. Yemek yapmakla uğraşan, bu eve yıllarını vermiş, emeğini ne yapsam ne etsem ödeyemeyeceğim annemin boynuna atladım. Tabi şaşırdı. “Anne hekim oluyorum!” diyiverdim. Annem mutluluktan ağlamaya başladı. Birden evin kapısı dövülmeye başlandı. Kapıya koştum. Gelen Ayşe’ydi. Ayşe heyecanla “İstanbul da hekimlik kazandım.” dedi. Gözlerim doldu. En sevdiğim arkadaşımdan ayrılacaktım. “Ben de Ankara da kazandım.” diyiverdim. Onunda gözleri doldu. Ve bana, “Zeynepçiğim bu görevi, vatanımız için, ikimiz de en güzel şekilde yerine getireceğiz. Buna inanıyorum!..” dedi. Ve o an içimdeki heyecan, görevimi en güzel şekilde tamamlamaya bıraktı kendini…
Aradan seneler geçmişti… Zarfı açtığım günün üzerinden, seneler sonra… Okulumu birincilikle bitirmiş, Ankara’nın en güzel yüksek okulundan ben de mezun olmuştum işte. Yılların, lehime geçtiği, güzel gençlik yıllarım, kendini vatanım için çaba harcamak istediğim o güzel mesleğe bırakmıştı. O güzel mavi gözler, parlayan o sımsıcak mavi gözler, bana her zaman destek olup, umut vermişti. Bugünlere gelişimi hep o güzel, sımsıcak bakışlara borçluydum. Ve o mavi derinliklerle aynı yerdeyim işte. Her zaman O’nunla bir kez daha karşılaşma umudu vardı içimde. Her zaman bu umut içimde olacak. Büyüdükçe büyüyecek… O’nun varoluşunun bana verdiği güven, bana işimi severek yaptıracak.
Ve hekimliğimin doruk noktasına ulaştığım zamanlar işte…Gençlik yıllarım hâlâ aklımdan silinmemişken beni daha mutlu ne edebilir ki? Belki O’nu görmek? Ama O’nu görmek değil esas beni vatanım için çabalamaya iten… O’nun izinden gitmek beni sevindiriyor. Amacımın ne olduğunu daha ben çok küçükken “Vatanın için sen ne yapacaksın?” sorusu ile öğrenmişti. Ama keşke beni bu hayalimi gerçekleştirmiş bir şekilde görseydi. Karşılaştığımız zaman “Beni hatırlayabildiniz mi efendim?” diyebilsem… Bana gene derin bakışlarıyla, o sımsıcak sesiyle, “Evet, küçük Zeynep. Vatanın için yapmak istediğini yapabildin mi?” dese…
Hastalarımla ilgilenirken, hastaneye bir telefon geldi. Hastanedeki başhekimle ona yardımcı olacak çok iyi bir hekim, çok özel bir insan için çağrılıyordu. Başhekimin gözlerine adeta ben gelmek istiyorum der gibi baktım. Bana dönüp “Zeynep benimle geliyorsun.” dedi. İşte o an çok mutlu olmuştum. Arabaya binip gideceğimiz yere yaklaştığımızda oranın o mavi gözlerin sahibinin oturduğu sarayı olduğunu fark ettik. Meğerse özel hekim çözümsüz kalmış da onun için çağırılmışız. Odasına çıktığımızda onu öyle görmek beni bir hayli üzmüştü. Başhekim yatağın yanına vardı. Ben de ardından…
Tansiyonunu ölçtükten sonra muayene ettik. O an kendine geldiğinde o gözlere aynı içtenlikle bakıp “Beni tanıdınız mı efendim?” diyebilmeyi çok istedim. Fakat içinde bulunduğumuz durum, bu gayrı ciddiliği kaldıramazdı. Başını bana dönüp gözlerime baktığımda O’nu ilk gördüğüm günkü gibi heyecan kapladı içimi.
“Bir Türk kızının hekim olduğunu görebilmek bana verilebilecek ve beni iyileştirebilecek en iyi ilaçtır.” dedi. Bunu duyduğumda içimi bir mutluluk kaplamış ve gözlerim dolmuştu. “Ben daha çok küçükken sınıfımıza gözlerinden ışık saçan, umut dolu, vatanımızı bu günlere başarı, yenilikler, bağımsızlık ile getirebilmiş bir insan gelmişti. Ve o zaman bana ‘Vatanın için sen ne yapacaksın’ diye sorduğunda O’na hekim olacağımı söylemiştim.” Ve o umut dolu gözler gülümsemeye başladı. “Demek o sensin.” “Beni hatırladınız mı Paşam?” İşte o an gelmiş ve geçmişti. Keşke böyle bir zamanda karşılaşmamış olsaydık diye geçirdim içimden. Ama bir yandan da beni hedeflerime ulaşmış bir ‘Zeynep’ olarak gördüğü için de çok mutluydum.
NOT: 3. olmuştum =)
Atatürk' Mektup !
Atam,
Seni tanıdıkça, ne kadar idealist, ne kadar aydın fikirli, ne kadar ileri görüşlü, eğitim öğretime önem veren biri olduğunu öğrendim. Seni tanıdıkça, fikirlerini anlayınca, topraklarımızın değerini, söylediklerinin önemini anladım. İleri görüşlülüğünle zamanımızda neler yaşayabileceğimizi anladığın için öyle şeyler söyledin ki, seni görmesek de seni tanıdık. Ve şimdi yolunda ilerliyoruz…
Seni tanımak demek seni görmek değil ki… ama ben seni tanıdığıma inanıyorum, seni görmesem de… çünkü senin fikirlerini, senin görüşlerini anlıyorum ve senin gösterdiğin çizgide yürüyorum; senin izinde yürüyenler gibi....
Senin fikirlerinle modernleşti ülkemiz… senin fikirlerinde laik bir ülke olduk… senin fikirlerinle ilerledik… senin önderliğinle savaştık… senin önderliğinle geleceğe baktık… senin yolundayız….
İnsanın kişiliği, karakteri düşüncelerinde ve fikirlerindedir. Görünüşünde veya fiziğinde değildir. Kişiyi, sadece fiziksel olarak görerek tanıyamayız. Onu tanımak için düşüncelerine, zihinsel yapısına ve yaptıklarına bakarız. Eserleri, bize bıraktığı düşünce ve fikirleri onu tanımamızı sağlar. Ve bunları sende yaşadık Atam… ve bu konu hakkındaki sözünün gerçekliğini gördük…
İnsan fiziksel olarak bu dünyadan göçebilir… Ama gerçeğe dayanan fikirlerinden, düşüncelerinden ve yaptıklarından oluşan kişiliği asla ölmez, ilelebet yaşar…. Yani sen, hep yaşayacaksın…
Son olarak, seni görmesek de seni fikirlerinden tanıdık… sen hep önderimizdin, öyle de kalacaksın… senin yolundayız, ilerliyoruz…
●๋•Dans Dans Dans●๋•
15 Eylül 2007 Cumartesi
içimden gelenlerle...
Şarkı Sözleri... (:
SS
Smuggler:
öss
evet hayatımı kararttı
süper başlamıştı her şey
günde iki soru yeter
ama sonra
zorlaştı mı ne
sosyal hayat
kalmadı
her şeye rağmen sen vardın
kötü olanları siliyordun
zor anları kolaylaştırıyordun
iyi ki vardın
iyi ki tanımışım seni
kurbaa:
ben ne yaptım ki boncuğum
her şey seni sevdiğim içindi
ömrüm yettiği kadar seni severim
yalnız kaldığında yanında olur
düştüğünde elinden tutarım
keşke bin yaşıma geldiğinde bana hala sevgilim diyor olsan
öss mö ss
seni seviyorum demeye
gücün kalmaz
ama olsun ben hep buradayım…
smuggler:
bir nefeslik canım olsa
ss derim sana yanımda
olmasan da
yanımda olmasan da duyarsın sesimi
hissedersin kalbinin atışlarından
senin için atan kalbim inan
sonunda gene senin için duracak
bana kızdığın zamanlarda
seni kaybetme korkusu
öss korkusundan daha da beter sarıyor bedenimi
ve yanımdayken aldığın nefesi
hissetme heyecanı sınav heyecanından
daha çok yoruyor kalbimi ama
en güzeli hissetmek o yüreğini…
kurbaa:
seni seviyorum demek
zordur her zaman
laf ağızdan bir kere çıkar
pişman olmak ne yalan
yalan dolan demek kadersizliğin içinde
bir sınav bitirir mi aşkı her zaman
zaman içinde kaybolmak gibi seni sevmek
seni sevmek gibi sınava girmek
nedir bizden istedikleri
anlamıyorum ki..
anlamak gibi bir şey seni sevmek…
ramak kalmış şurada başka bir yere gitmene
nedense ayrılığa çıkıyor bütün yollar
sözler kalmış dudaklarında söylenememiş belki de..
ѕмυggℓєя:
evet gidicem senden uzağa ama
yanında beni bırakıcam
kelimelerimi kazicam kalbine
beni unutma diye..
ve seni de götürücem yanıma
her ah ettiğimde uzaklığıma
koynuma alıcam seni
öyle bir ss diyicemki
için ürperecek hissedeceksin
her harfi uzun süre çıkmayacak bedeninden
o cümle hep hatırlayacaksın
ve her aklına geldiğinde tekrar sevicem seni..
kurbaa:
ağlamaktan yorulmuş
gözlerim var benim
ne sonsuz güzelliğim
nede yaşanmamış dertlerim
her ağlayışımda silişin göz yaşlarımı
her özleyişimde sarılışın, içine hapsedercesine…
belki yaşanmamış ayrılıklar kadar etkileyici..
ömrüm tükenmiş olsa bile
öss maduru olsam bile
14 Eylül 2007 Cuma
Gripin-Karışmasın Kimseler
ah dayan
bırak yollar girsin aramıza
söz sana
başka bir ten giremez koynuma
geçer zaman durmaz akar kör kuyuya
ben beklerim
yenik düşmem ucuz oyunlara
dayan...üzülme...
sen meleğim
hiç durmadan ağlardın niye?
gitme demedim
bağlanmaktan korkarsın diye
can yeleğim
karışmasın kimseler bize
Gör beni
Körelmesin kalbin uzaklarda
Hiç düşünme
Mühür vurdum dudaklarıma
Karışmasın, konuşmasın,
Dokunmasın kimseler bize
gel artık vakit geldi
canıma yetti özledim çok
10 Eylül 2007 Pazartesi
ALINTI :)
.... kız: | bbişm nie bana bişi yazmıosun |
---|---|
oğlan.: | pardon ya |
oğlan..: | bilgsyar basıdna diildm |
oğlan..: | nasılsn gülm |
.... kız: | iim bbşm sn nsıllsn |
oğlan..: | bnde iiym |
.... kız: | ee bbişm |
.... kız: | knşsna |
oğlan..: | bnde onu dicektm |
oğlan..: | nabıyosn |
oğlan..: | nasıl rahat uyudnmu |
.... kız: | hayır |
.... kız: | |
oğlan..: | nieki |
.... kız: | bilmemki |
oğlan..: | hmm |
.... kız: | ee |
.... kız: | sen rat uyudn mu |
oğlan..: | bnde pek raht uyuyamdm |
oğlan..: | |
.... kız: | neden bbişm |
oğlan..: | ne bilym |
oğlan..: | sıcaktı brz |
.... kız: | hımm |
.... kız: | pki |
.... kız | bnde bni dşndn sandm |
oğlan..: | sen dusunudn galiba |
.... kız: | tabiki |
oğlan..: | hmm güzel |
oğlan..: | |
.... kız: | bbişmmm |
oğlan..: | buyur gülüm |
.... kız: | ne zmn blşçaaaz |
oğlan..: | ne zmn istrsn |
oğlan..: | gülüm |
.... kız: | bugun dedk gelmedn |
oğlan..: | ya gülüm |
oğlan..: | şimdi izmitteym |
oğlan..: | bu sabh gitmem gerekti |
oğlan..: | kusura bkma gülüm |
.... kız: | pki aşkm |
oğlan..: | ya gülüm |
oğlan..: | ben bi ymk yiym |
oğlan..: | gelicem |
.... kız: | tmm bbişm |
.... kız: | afiet olsn |
oğlan..: | saol |
Birgün Birgün Bir Çocuk...
Her zamanki gibi geçen bir günün ardından, tok karınla klvyenin başına oturmak kadar duygu yoğunluğu oluşturan başka ne var ki? 3 hafta sonraya bitirilmesi gereken 17 kimya testi mi? Yada sınava girilmeyi bekleyen bir cuma günü mü?
Belki de bunları düşünmeyip Yanıma kaplumbağalarımla, satırlarımı gerçeğe dönüştürürken, sessizce kolamı yudumlayabilirim... Cümlelerimi tek tek büyük bir azimle sembolleştirirken durup soluklandığımda "noktalama işareti" kullanmadığımı farkedip şoka giriyorum. Noktamı koyduktan sonra geri dönüp büyük bi' özenle virgüllerimi öpe koklaya yerleştirdikten sonra, bütün kelimeleri sindiriyorum...
Eğer becerebiliyorsam satırları karalamayı, ne mutlu bana....
4 Eylül 2007 Salı
Doğum Günüm...
Baze insan farklı şeyler yapmak istiyor. Herzaman yaptıklarını bi' kenara atıp, kendi gibi olmak istiyor. Bu sene ki doğum günümde farklıydı işte... Herneyse... Yeni yaşımda, kendime özel yeni yılımda umarım heryeş yolunda gider... Belki iyi bi' üniversite dileyebilirim ;) Doğum günümü hatırlayan herkese teşekkürler...
2 Eylül 2007 Pazar
YOK !
Ya korkusuzdu karanlığın pençesinde ya da aşıktı işte. Ne merak ediyordu yalvarmanın tadını ne de kendisini hapsediyordu bir kadının kalbinde. ‘yok’ dedi içinden. “mavi bir karanlığım yok!” ve devam etti gözlerinden akan damlaları silerken. “merakımdandır gökyüzümün karanlığı… Yalvarmaya merakımdan!”
Telefon çalmaya başladığında çoktan yerinden kalkmış ahizeyi eline almıştı bile. Konuşmaya başladılar.
“-Neden daha önce aramadın?
-Bilmiyorum.
-Seni ne kadar aradığımı biliyorsundur.
-Evet, söylediler.
-Ve tepki göstermedin öyle mi?”
Yalan mı ?
“- Peki yalan mıydı bunca şey?
- Neden bahsettiğini anlamıyorum.
- Ben seni çok iyi anlıyorum ama.
- Ne demeye getiriyorsun?
- Sana son kez soruyorum. Yalan mıydı sevgin?
- Hiçbir zaman aşk yalana karışmaz!
- Yalan söylüyorsun!
- Peki, duymak istediğin ne söyler misin?
- Yalan söylediğini itiraf etmen.
- Peki, yalan söyledim.
- Bak sonunda dediğime geldin işte.
- Ben sadece duymak istediğini söyledim.
- Neymiş benim duymak istediğim?
- Gerçekler?
- Gerçekleri duydum yeterince. Ben yalanını itiraf et,
- Yeter artık! Ne saçmalıyorsun?
- Bir de saçmalıyor olduk! Süper !
- Yalan mıydı sevgin diyorsun,
- Evet, diyorum çünkü yalanmış!
- Hayır değildi!
- Ama kendin söyledin. Peki, yalan söyledim diye!
- Duymak istediğini söyledim.
- Benim duymak istediğim, gerçekler!
- Gerçeği söylediğimde inanmıyorsun.
- O yüzden yalan söyleme gereği duyuyorsun?
- Laf kalabalığı yapma! Ben sadece,
- Sen sadece yalan söylüyorsun.
- Hayır söylemiyorum, sevgim yalan değil!
- Ama az önce yalan söyledim dedin.
- Onu söylerken yalan söyledim.
- Neden yalan söylüyorsun? Bak bi’ açığını daha,
- Ben duymak istediğini söyledim !
- Sana söyledim, ben gerçekleri,
- Gerçek şu ki: Seni seviyorum!
- Yalan söyleme!”
not: devamı var dersem ağlar mısınız :P
1 Eylül 2007 Cumartesi
Tatilden Dönüş...
İşte dönüş… adıyla kocaman ‘bir hafta’ geçti. Ama daha dün geldik sanki.. yılların çabuk geçtiği gibi günlerin çabuk geçişi… yorucu, bazen iğrenç, sıkıcı, deniz dolu, denizde yosun ve deniz anası dolu günler geçirdik… ama bazen de çok güzeldi… akşamları arkadaşlarla dışarıda dolaşırken çok eğleniyordum… kimi zaman kumsalda yürüdük… deniz sesi, kum ve arkadaş muhabbetleri… kimi akşamlar kafamıza esti bara kaçtık… hiç dinlemediğim pop şarkılarının hepsini clup tarzında dinledim ve hatta ezberledim… nasıl dans ettik anlatamam… şimdi öyle geminin gelmesini bekliyoruz, hiçbir şeyi yaşamamış gibi… ne üstü kapalı sorular var aklımda, cevapları belirsiz… uykusuz bir beden var, içinde benim ruhum. Deli gibi esse ya şu rüzgar diyorum içimden…sıcağın altında yorgun, kocaman bavullarla gemi beklerken…
Babam ve Mizah 'Anlayışlıklarımız' :)
Babamın açık sözlülüğüne kimi zaman da mizah anlayışına hayranım. Bende mizah yönümü (iğrenç espriler…) ona çektirtmişim. Karpuz kesiyo. Kaptım bıçağı elinden. Canım çekmişti, üstten kestim, attım ağzıma. ‘bende kesçen zannettim.’ Dedi. ‘ben nası kesiiim?’ dedim. ‘sen kocanı bile kesersin!’ dedi. ‘aaa çok ayıp hiç yakıştıramadım.’ Dedim. Çıktım mutfaktan, gidiyorum… ‘gel, gel kaçma!!!’ diyo bana. 3 sene önce de lise hazırlanıyorum. Sınava gireceğim, çok test çözüyorum. Artık oturduğum yerde kafamın üstünde ‘A, B, C, D’ ler dönüyor. Babam geldi. Kapıyı açtım. Cumartesimiydi cumamıydı neydi… ‘aaa hoş geldin!’ dedim. Ya babamın gelmesini beklemiyordum yada kafamda şıklar dönmeye devam ediyordu. Babamdan beklemediğim bi tepki aldım. ‘B)hoş bulduk, C)hepsi; D)hiçbiri ehu ehu ehu’ E tabi ben dumur….
Hoşça Kal Hayat…
“Yapmak zor, yıkmak kolay. Günleri harcamak kolay, geri getirmek imkansız.”
diye bi yazı okudum bugün gazetede. Bir yazarımız vefat etmiş. ‘….’ arkadaşımın annesi baya bi “ aaaa!!! “ sesi çıkarttı! Bende üzüldüm ama yazan yazı (yukarıdaki) günleri geri getirmenin imkansız olduğunu en arka sayfada belirtmiş bile… Allah gani gani rahmet eğlesin..!
Herkesin sonu böyle olacak. Bir gün hepimiz veda edeceğiz bu acımasız hayata… ve dönüp arkamıza bir daha bakamayacağız bile… belki üzüldüğümüz oldu, kırıldığımız, hayata sövdüğümüz oldu ve daha neler neler… ama hayata kaç kere gelinir ki? İnsanlara kırıldığınızda sizi üzdüklerinde unutun gitsin. Nefret ve kin ile bir yere varamayız. Çünkü son günümüz geldiğinde hayata dönüp “hoşça kal ben gidiyorum, kırdığım üzdüğüm olduysa affedin hakkınızı helal edin, sizleri de affediyorum!” diyemeyeceğiz… ve dönüp arkamıza bir daha bakamayacağız bile…
Akşam Akşam...
Sokaklar, sakin... Yerlerde çöplerle boş ve loş bir yer... Etrafta sabahki kalabalıktan eser yok... Sanki o yerde değilsiniz. Başka bi' dünya orası... Karanlık olması bi'şey değiştirmiyor ama, sessizliğin olması...
Geceyi, hatta karanlıkları seviyorum. Neden bilmiyorum.. Belki insan kendi kendine kalıp, düşünüyor bazı şeyleri diye... Ama çoğu insan karanlıkların, insanları karamsarlığa ittiğini düşünüyor. Bense böyle birşeyi asla kabullenmiyorum. Kabullenmek demesekte düşünmemek desek daha açık olacak sanırım.
Karanlıklar, insana başka bi' duygu veriyor. Kendini dinleme imkanın oluyor. Bütün günün, hatta eski günlerin, dünlerin, analizini yapıyorsun. Ve imkansızları bile gerçekleştirebiliyorsun...
Karanlık, ürkütücü değildir. Eğer kendi içinde değilse...
Herhangi Bir Gün Gibi...
2 ders boyunca sıkıntıdan patladıktan sonra günümün daha iyi geçmesini ümid ederek tanımadığım insanlarla ders gördüğüm şu sınıfta gerek kaynaşmak olsun gerek geyik yapmak bi' kızın yanına gittim ve
"-Merabaaaa ! dooru düzgün tanışamadık.
-Dilara!
-Buşra.
-Memnun oldum (sırıtır) !
-Bende (sırıtır). hangi okuldansın?
-"Vırt zırt vırt zırt" okulundayım sen?
-Waay ! bende "zart zurt zart zurt"tayım...
-Adı değişti dimi?
-Evet, "tak tük tak tük" oldu. ama ben insanlara " tak tük"te okuyorum diyince öööle bi okul mu vaaaar diip yüzüme bakıyolar bende o adı sölemiyorum.."
Gülüşmeler...
Biraz geyik yaptıktan sonra zil çalmıştı ve yerime dönmüştüm. En arka sağ köşeye... Orda ortam güzeldi aslında. Kendimi dersaneden çok yazlıktaymışım gibi hissetmemi sağlıyordu. Ne de güzel o sıra... Yanda klima havası... Püfür püfür... ( Hiç tasrip etmesemde ilk kez sevdim şu klimayı ) sonra bi' üşüme hissi duyduğunda açılan perde sayesinde içeri düşen güneş ışıkları... Hele o ışıklar buz gibi odada sırtına vurduğunda duyduğun ürperti... O saniyeler sıcağı bile seversiniz...
4 ders daha geçmek bilmeyecek gibi geçsede sonunda bitti ve evimdeyim...