Blia Cosplay and Collection

Blia Cosplay and Collection
I Love Yoda !

23 Ekim 2008 Perşembe

Aslında ben...

uykudan uyandığında ıslak gözlerini ovuşturup çalar saatin butonuna bastı. doğrulmaya çalışırken baya zorlanmıştı. ayağa kalktı zar zor... yalpa yaparak, sendeleyerek ilerledi. sağa sola çarpıp duruyordu. duşakabine ve çamaşır makinesine tutunarak klozete oturdu... gözleri hâlâ kapalıydı...

lavaboya dayanmış uyanmaya çalışıyordu. yüzünü birkaç kez soğuk suyla yıkamasına ramen ayılamıyordu. kendine ağır bir tokat yapıştırdıktan sonra açtı gözlerini... "illa şiddet mi gerekiyor, fani beden!" diyerek azarladı kendini...

odasına girip ışığını yaktı. üzerindekileri ranzasının üst katına atıpokul tişörtüyle pantolonuna uzandı. o sırada masadaki yazıları ilişti gözüne... oturup okumaya başladı. dün gece uyku sarhoşuyken yazmıştı onları. ne kadar da anlamlıydılar... şaşırmıştı...

otobüse bindiğinde aynı insanlarla yine, her sabahki gibi, senelerdir olduğu gibi karşılaştı. artık tanıyordu herkesi.
"günaydın Belgin Abla, Hüseyin Amca, Berna Tey..."

kimin hangi durakta indiğini bile ezberlemişti artık. O'na neyse...
"Engin inicek şimdi. Yeri boşalınca ben geçerim. Sevim bi' sonraki durakta inicek nasosa..."
Engin indikten sonra boşalan yerine oturdu.

artık, insanların bakışlarından yaşadığı şeyleri bile anlayabiliyordu. ne de olsa, çok isan tanımıştı 18 sene boyunca...
"Meltem Abla bugün gergin. Cemil Abiyle tartışmışa benziyo..."
ya da bazen anlatmasalarda insanların derdini anlamada çok zorlanmıyordu.
"İhsan Dayı ay sonunu getirememiş, yazık." İhsan Dayı, sessiz, tatlı, tonton bi' insandı.
sabahları otobüs durağına yaşıtı amcalarla gelir, onları Taksim otobüsüyle uğurladıktan sonra 94A'ya atlardı... acaba İhsan Dayı emekli olmuş muydu? kaç çocuğu vardı? ya torunları? açlar mıydı, açıktalar mıydı? kim bilebilirki? ihsan dayı iyi insandı doğrusu... otobüs durduğunda apar topar indi. durağını kaçırma korkusuyla dolu olduğundan hep bir durak önce iniyordu. her sabah olduğu gibi...

hâlâ salak değil bu kız...

şarkılar çalıyordu kulaklarında...
hiç duymadığı melodiler.
oysaki bağrış çağrış ve feryatlar içindeydi ev...
meleklerin çaldığını biliyordu.
ondan gizlemeye çalışıyorlardı kavgaları...
ama salak değildi bu bebek,
görüyordu yaşananları...
yıllar sonra kendini şarkıların ritminde buldu.
dans etmenin verdiği hazı tattıktan sonra,şarkı söylemek o'na yaşamadığı şeyleri yaşatıyordu.
bağrışmalar... hiç bitmemişler ama...
her yeni kavgada yeniden kayboluyordu.
gözyaşlarından sel, okyanuslar oluşuyordu.
gözlerini kapadığında kendi ütopyasına dönüp, dans ediyordu...
ama salak değildi bu kız,
görüyordu yaşananları...
yıllar sonra kendini karanlıklarda buldu.
sadece meleklerin şarkısını duyuyordu...
bir tabutun içinde...
onca yılı boşa geçirdiğini farkedip,
ağlıyordu ruhu...
ağlıyordu çünkü, yaşamak zorunda olduklarını yaşamıştı...
yaşamak istemediklerini...
ama salak değildi bu kadın,
yaşadıklarını kağıda döktü...

bende mi tekerrürden ibaretim?

Belki yaşlanmış sözlerle dolu sayfalarım...
Her yeni sayfada yeni bir 'ben' var sanardım.
Ve hayatın yeni sayfalardan, kelimelerden ibaret olduğunu...
Ama her yeni kelimede kendimin ardındayım.
Yeni olan tek şey,hiçbirşey...
Aslında kelimelerin uzak olduğunu hissediyorum.
Eksik kaldığım nokta da artık bu zaten.
Umutsuzluk...
Sanki yarın güneş yeniden doğmayacakmış gibi.
Yanıldığını bile bile aynı kapıyı çalmaya çalışan ben!
Zavallılığın sınırlarını zorlayıp,
Her yeni 'hayır' da yeniden hayal kırıklığına uğrayan,
Her yeni hayal kırıklığında yeniden,
Yeniden kapıyı çalan, zavallı ben!
Ne kadar da saf düşüncelerim varmış.
İnsanların kara yüzünü görmeye alışık değilmişim.
Resmen yanıldığımı anladığımda,
Saatin epey geç olduğunu farkettim.
Yeniden rüyalara dalmam gerek...
Rüyaları kabusa çevirmek için daha çok uğraşacaklar...
Çünkü tek dokunamadıkları yer orası...

zar zor kendine gelirken...

sakin kalmaya çalışıyordu; sebebi vardı bu kez. yaşadığı şeylerden ders çıkarmayı son 2 senedir başarıyormuş gibi yapıyordu. olgunluk göstergesi sayılırdı bunlar. belki büyüdüğünü kendine kanıtlarsa "özgüven"ini tazeleyecekti. "kanıtlamak" zaten hayat bundan ibaret değil mi? karşımızdakilere güvenemediğimiz 'fani' dünyada insanların kendine göre haklı sebepleri hatrı sayılır derecede çok değil mi zaten? bence öyle...

bakışlarını çevirmeye çalışsa da ortamın gerginliği O'nu kışkırtıyordu. gizleyemediği kızgınlık ve mutsuzluk duygusu, gözlerinden alevcesine fışkırıyordu. o bütün bu cümleleri aklında evirip çevirirken "Bayan Bolçene" bağırıp çağırmaya devam ediyor; etrafında yaşananlardan habersizmişçesine kendi dertlerinden yakınıyordu. 'kimse beni görmüyor, anlamıyor...' diye düşündü. oysaki hayatta tek anlaşılmayan "O" değildi...

kutu kutunun içinde...

yalnızdı aslında. ve korkuyordu. henüz, kiminle ne zaman ve ne konuşması gerektiğini öğrenememişti. ne zaman söylenmemesi gereken birşey söylese cezasını 'kedi' çekiyordu. ama nedense, başkalarının cezasını da "o" çekiyordu.

konuşacağı kimsenin olmayışı, O'nu karamsarlığa ve cesaretsizliğe itiyordu. içine kapanmaya sürüklüyordu ruhunu. dışarıdan görenler, aslı deli dolu olan bu kızın durgunluğunu yaşadıklarının stresine ya da büyümesinin getirdiği olgunluğa balğıyordu. ama değildi. değildi işte...

arkadaşım dediği insanların o olmadığı zamanlarda O'ndan faydalanmaya çalıştığını farkettiğinde daha bi kızıyordu hayata...

dostum dediği insanlarınen kötü günlerinde O'na "nasılsın" diye sormayışları O'nu hayata daha bi küstürüyordu...

lanet olsun ki hâlâ "polianna"cılık oynamayı becerebiliyordu...

küçük bir kıpırtı zerresi...

O'na baktığında kalbinde birşeylerin yerdeğiştirdiğini hissedebiliyordu. biraz çaresizdi aslında. umutlarından uzakta biryerlerde yaşıyordu "yaşaması gerekenleri"... acımasızca...

bi' yerlerde ulaşamayışının kırgınlığıyla O'nu her gördüğünde dile gelmeye çalışan ümitsiz çırpıntılar an buluyordu sebepsizce... kağıtlara dalmıştı gözleri. arka sıraya oturduğunu farkedemedi...

aşkını karalayan masum bir çocuk gibi yazıp çiziyordu her zamanki gibi... O'nun orda olduğunu bilmeden... derin bir iç çekip, sınıfta neler olup bittiğine bakmak amacıyla döndü arkasını...

sıranın üstünden neler yazdığına bakmak için eğilmiş O'nunla karşılaştı. O'nun yüzüyle... işte şimdi birşeyler bile söyleyemediği O'nunla sadece bir soluk mesafe vardı aralarında...

ikiside öylece birbirlerinin gözlerine bakıyordu. bal rengi... böylesine güzel gözler... saatlerce öyle durabilirdi. ama bu an O'nun umduğu kadar uzun sürmedi. ta k, ; mat2'ci gelene kadar... "günaydın arkadaşlar..."