uykudan uyandığında ıslak gözlerini ovuşturup çalar saatin butonuna bastı. doğrulmaya çalışırken baya zorlanmıştı. ayağa kalktı zar zor... yalpa yaparak, sendeleyerek ilerledi. sağa sola çarpıp duruyordu. duşakabine ve çamaşır makinesine tutunarak klozete oturdu... gözleri hâlâ kapalıydı...
lavaboya dayanmış uyanmaya çalışıyordu. yüzünü birkaç kez soğuk suyla yıkamasına ramen ayılamıyordu. kendine ağır bir tokat yapıştırdıktan sonra açtı gözlerini... "illa şiddet mi gerekiyor, fani beden!" diyerek azarladı kendini...
odasına girip ışığını yaktı. üzerindekileri ranzasının üst katına atıpokul tişörtüyle pantolonuna uzandı. o sırada masadaki yazıları ilişti gözüne... oturup okumaya başladı. dün gece uyku sarhoşuyken yazmıştı onları. ne kadar da anlamlıydılar... şaşırmıştı...
otobüse bindiğinde aynı insanlarla yine, her sabahki gibi, senelerdir olduğu gibi karşılaştı. artık tanıyordu herkesi.
"günaydın Belgin Abla, Hüseyin Amca, Berna Tey..."
kimin hangi durakta indiğini bile ezberlemişti artık. O'na neyse...
"Engin inicek şimdi. Yeri boşalınca ben geçerim. Sevim bi' sonraki durakta inicek nasosa..."
Engin indikten sonra boşalan yerine oturdu.
artık, insanların bakışlarından yaşadığı şeyleri bile anlayabiliyordu. ne de olsa, çok isan tanımıştı 18 sene boyunca...
"Meltem Abla bugün gergin. Cemil Abiyle tartışmışa benziyo..."
ya da bazen anlatmasalarda insanların derdini anlamada çok zorlanmıyordu.
"İhsan Dayı ay sonunu getirememiş, yazık." İhsan Dayı, sessiz, tatlı, tonton bi' insandı.
sabahları otobüs durağına yaşıtı amcalarla gelir, onları Taksim otobüsüyle uğurladıktan sonra 94A'ya atlardı... acaba İhsan Dayı emekli olmuş muydu? kaç çocuğu vardı? ya torunları? açlar mıydı, açıktalar mıydı? kim bilebilirki? ihsan dayı iyi insandı doğrusu... otobüs durduğunda apar topar indi. durağını kaçırma korkusuyla dolu olduğundan hep bir durak önce iniyordu. her sabah olduğu gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder