Blia Cosplay and Collection

Blia Cosplay and Collection
I Love Yoda !

18 Eylül 2024 Çarşamba

Ğ

Yoktu haberim, 

Arayıp sormadın yıllarca.

Lakin haklısın ben de aramadım seni.

Nasıl olduysa hep oradaydın ama yoktun gibiydi de aynı zamanda.

Isıt içimi; sarıl bana; uzak kalma.

Zaten özümde seni hiç unutmamıştım...

Lekeli bir atlet gibiydi aydınlıkta ilişkimiz.

Işıklar açılınca fark ettiğim deliklerini.

Gitme, gidemezdin ki hiç zaten.

Ilık ılık akan göz yaşlarımın yanaklarımda oluşturduğu kızarıklar mısın yoksa sen?

Merakına yenik düşmüş bir kedinin kurtulamadığı bir tezgah mı?

Off Yaramın Kabuğunu Niye Kopardın kiii

... Tavrımı koydum.

"Aç değilim."

Aslında olan şu: senden bir şey istemiyorum. kalbimi çok kırdın.

Kırık kalbim.

Kırık işte.

Dün de kırıktı, bugün de kırık.

Yeniden kabuk bağlamıyor işte oradaki yara.


Rabarba

Sessizliğin içinde ağrıyordu kulaklarım.

Belki de yorgun ruhun, hüzünlü çığlıkları vardı duyulmayan.

Korku filan yoktu hiç bir derinlikte ya da katmanda.

Kararma vardı sadece renklerde.


Renkler de ne güzel şeylerdi oysaki.


Gözyaşları içinde boğulmuştum belki de.

Belki de hayata yakarışım hiç bitmemişti,

Bitmemişti pesimistliğim.

Evrim geçirmişti siyah kapılar.


Renkler de ne güzel şeylerdi.


Mutsuzluk kapı zili çaldığında hatırlanırdı renkli rüyalar.

Bir şekil tedavi yöntemiydi işte içimdeki kargaşa.

Rabarbaydı beynimin içinde çalan müzik.

Biri diyordu "Tanrı içimizdeki enerji.",

Biri diyordu yalnızlık.


Renkler de ne güzel.


Siyahın tonlarını keşfetmiş olabilirdi ruhum.

Her gün başka bir gri.


Renkler.



Gülekal

Kalbinden başlar,

Sözlerinle biter.


Yağmur da olur,

Çamur da olur.


Kalan gider,

Giden kalır.


Hoşçakal,

Güle güle.



Paslı Küçük Tencere

 Bugün de her zamanki gibi erken uyanmıştı. Gece yatmadan önce çıkardığı dişlerini baş ucundaki su dolu bardaktan alıp ağzına yerleştirdi. Hafif karanlık koridor boyunca yürüdü ve zamanında belki onuncu defa beyaza boyanmış, artık plastik gibi görünen o çok eski tahta kapının dokuna dokuna aşınmış metalik kolunu aşağı indirirken; duvardaki düğmeye bastı. Karanlık bir anda aydınlanınca gözlerini kırpıştırdı. Banyoya girip, arkasından kapıyı kapatırken "gacuuuğrt" diye bir ses geldi. Eşi aslında o kapının menteşelerini yağlamasını istemişti, belki bundan bir kaç ay önceydi ama ne zaman söylediğinin bir önemi mi vardı sanki? Tuvalete otururken, yerde duran çoraplardan birini eline alıp burnuna götürdü, hala giyilebilirdi bunlar, kokmuyordu ki, eşi neden onları sepetin oraya kadar getirmişti? Sabah giymek için çıkarmıştı bunları yatarken "Kalkınca giyerim" diye düşünerek. Kafasını yana çevirerek "çkçkçk" sesi eşliğinde eşini yadırgadı. Tuvalette işi bitince kalktı ve aynaya baktı. Çapaklarını serçe parmağı ile temizledikten sonra, salona doğru gitti. Camlardan biri açıktı ve tülün bi' kısmı dışarı kaçmıştı. Kanepede yatan oğlunu gördü. Ne olmuştu da odasında uyumamıştı acaba? Oğluna yaklaştı yavaşça. Ayağını kaldırdı ve hafifçe tekmeleyerek "Kalk la ekmek al" dedi. Oğlu korkuyla uyandı. "Tt-tt-amam baba".  Yıllarca ona hizmet etmiş, emekçi olan, yer yer iplikleri ortaya çıkmış ve bütün yaşadığı eziyetlere rağmen hayata tutunan o kahverengi-yeşil (artık rengin bir önemi kalmamış) kanepesine oturup arkasına bir kırlent çekti. "Kumandayı ver." diye buyurdu oğluna... Oğlu da o sırada oturduğu yerde iki büklüm olmuş, yüzünü gözünü ovuşturup kaşıyor, bi' yandan da kendine gelmeye çalışıyordu. Sonra kalktı ve televizyonun önündeki sehpadan kumandayı alıp babasına uzattı. "Ben bugün erken çıkıcam, Ahmet Abi dükkana gel, iş gösteriyim dedi." Babası da onaylarcasına kafasını salladı kumandaya bakarken. "Git ananı kaldır da kahvaltı hazırlasın." Oğlu, banyoya giderken, annesine seslendi "Anneeeah, uyan!". Annesi aslında çoktan uyanmıştı. Hatta belki hiç uyumamıştı. Kalktı, terliklerini giydi. Başına tülbenti çekerken aynada saçlarını gördü, 'eskiden kestane gibiydi galiba' diye düşündü. Mutfağa gitti, çay suyu koyarken bir yandan da yumurtaları küçük bir tencereye yerleştiriyordu.


Yazarın, küçük tencerenin ne kadar paslı, eskimiş, yanmış olduğunu; kulpunun oynadığını filan anlatmaya mecali kalmadı. Yazdığı karakterlerden de usandı. Yazıyı hızlandırdı.

...

Adam kahvaltısını ettikten sonra eşine döndü. "Ben bi' hava alayım."

"Gelirken yoğurt unutma."

...

Hava ne güzel diye düşünürken sahilde yürümeye başlamıştı. Deniz kahverengiydi. Sahi, deniz neden kahverengiydi? Haberlerde sıcaktan demişlerdi, doğru. Sıcaklar çok artmıştı bu yaz. Her yaz gibi miydi? Yoo, eskiden yazlar ara ara serin olur, yağmurlar da yağardı. Ama köyde yaz hep başkaydı zaten. Kız mı ağlıyor orada? Aha kız oturmuş sabah sabah sahilde, ağlıyor mu o? Bana 'ne bakıyosun' işareti yaptı, ne agresif. 

"Ağlıyo musun diye baktım."

"Hıı amca, hıı."

"Noldu akraban, yakının filan mı öldü?"

"Yok bi' şey amca, önemli değil."

Sırıtmaya başlamıştı. "Sevgilinden ayrıldın." Tahmin konusunda hep çok iyiydi ama işte lotoyu tutturamamıştı.

"Hıı amca, hıı."

"Bak, sana amca nasihatı, kimse için üzülmeye değmez. Kendine edersin."

"Sağol amca, iyi günler."

"Sen bana öyle agresif şey yapınca ben de ağlıyo mu o dedim, yani dedim biri mi öldü."

"Tamam amca, iyi günler."

Yine Sana Şiir Yazdım

 Bi' eksik var diyordum kendi kendime.

Eskiden neysem oyum çünkü.

Ama olduğumu hatırladığım ben değilim ki ben.

Eksik meğersem arkadaşımmış,

Tek o varmış.

Ben yokmuşum.

Bir bakmışsın ben yokmuşum,

Sen de mi buradaydın?

Değilmişsin işte,

Her şey senin için yazılmış, çizilmiş.

Bırakıp gitmiştin, okudum da hatırladım yokluğunu.

Yokluk bir çeşit varlıkmış,

Varlığın yokluğunu çekerken;

Çekingen tavırlarla yaklaşsam sana...

Ah be,

Yalnızlığım...

Olurmuş İşte

 Yıllar olmuş almamışım kalemi elime.


Oyun platformlarında akrostiş yazmışım,

Mutfak alınacak listesi hazırlamışım,

Köpeğin boku ne renk diye sormuşum...


Ama yıllar olmuş almamışım kalemi elime.


Resim yapmışım,

Seramik kursu almışım,

Punch, örgü ve amigurumi ile uğraşmışım...


Yine de yıllar olmuş almamışım kalemi elime.


Neler neler yaşamışım bu süreçte?

Annemi kaybetmişim,

Pandemi atlatmışım,

He bi' de bayağı kilo almışım...


Of ama yıllar olmuş almamışım ki kalemi şu elime!


Kitap yazmaya kalkmışım,

Hevesim kırılmış.


İş kurmuşum,

Arkadaş dediğim arkadan vurmuş.


Evlenmişim,

Yine yalnızmışım; o değişmemiş.


İşte, yıllar olmuş almamışım ki kalemi elime,

Alsaymışım neler olurmuş...