8 Mayıs 2010 Cumartesi
ve devam eder...
arkadan boğuk köpek havlamaları geliyordu. önce onların köpekleri olduğunu düşündüm. daha sonra kapıdaki adamların köpeklerden kaçıyor olma ihtimalini düşündüm. cama koştum. dışarı baktığımda henüz köpekler yoktu ama adamlar kapıyı yumruklamaya ve açmam için yalvarmaya devam ediyordu. sonra adamların gerçekten korktuklarını farkettim. üstelik köpeklerin sesleri gittikçe yakınlaşıyordu. kapıya koştum. nasıl açılcağını bilmiyordum. önce bir sürgü vardı onu çekmeyi denedim ama sıkışmıştı. ben de tüm gücümle asıldım. menteşeleri yerinden oynadı ama sürgüyü de hareket ettirebildim. daha sonra kapının kulubunu çekmeye başladım. sesler o kadar yakınlaşmıştı ki kapının önündeki merdivenlerin aşağısında olduklarını anlayabiliyordum. adamlar artık kapıya vurmayı bırakmıştı. kulbu döndürmeyi akıl ettim ve kapı büyük bir gıcırtıyla açıldı. o esnada sırtları kapıya dönük adamlar içeri girdiler ve köpekle gözgöze geldim. bana baktı. burun deliklerini oynattı ve koşmaya hazırlandı. arka ayaklarıyla kendini öne savurdu fakat adamlardan daha genç olanı kapıyı kapattı. köpeğin kapıya çarpma sesini duyduk. ve kapı sallandı. sonra sürgüyü çekip kapıyı kilitledi. diğer adam da camları kontrol ediyordu. genç olanı bana dönerek başka giriş olup olmadığını sordu. bende bilmediğimi söyledim. şaşırmıştı. beni buralarda dolaşırken eve öylece girmiş olarak düşünmüş olmalıydı. daha büyük olanı aşağıda kömürlük benzeri birşey olabileceğini ve köpeklerin zaten bunu çoktan akıl etmiş olabileceğini söyledi. genç olanı başka birşey sormadan bu kattaki kapıları yoklamaya başladı. bazılarının kilitli olduğunu farkedince geri geldi. daha büyük olanı evdeki bütün pencereleri kontrol etmesi gerektiğini söyleyip yukarı kata çıktı. ev benim olmadığı için hırsız olmaları umrumda değildi fakat ya katilselerdi... genç olanı karşıma gelip benimle konuşmak istediğini belirten bir bakış attı. karşılık verdim. isminin semih olduğunu öğrendiğim adam kumral, karışık hafif uzun saçları olan hokka burunlu, hayli uzun boylu ve kaslı, yapılı biriydi. bende ismimin ayça olduğunu söyledikten sonra bu tenha yerde ne aradıklarını sordum. o da detaylı bir açıklamada bulundu. "bu evi arıyoduk. aslında arabamızı otoyolun yanında bırakıp eşyalarımızla buraya doğru geliyoduk. sonra köpeklerle karşılaşınca koşmaya başladık. ensemize kadar gelip çantalarımıza saldırdılar. elimizde sadece tüfeklerimiz kaldı. ateş ettik ama korkmadılar. bizde aradığımız eve sığınmayı düşündük. evde kimse yok sanıyoduk. sen nerden geldin buraya?" tam ağzımı açıp cevap vercektim ki daha büyük olanı yanımıza geldi. isminin deniz olduğunu söyledikten sonra elini uzattı. önce semih'e baktım sonra deniz'e elimi uzattım. elimi tuttu ve memnun olduğunu söyledi. ben pek memnun olduğumu sanmıyordum. bilmediğim bir hiçlik içinde bilmediğim iki insanla kimin olduğunu bilmediğim bir evde tıkılı kalmıştım. köpeklerde cabasıydı. "burayı nasıl buldun?" diye sordu deniz. bakışlarımı kaçırdım. bunu farketmişlerdi. "bi sorun mu var?" diye sordu. cevap vermeyince tekrarladı semih. "buraya nasıl geldiğimi bilmediğimi söyleyince delirmiş olduğumu düşünmenizden korkuyorum." diyiverdim bir çırpıda. deniz şaşırmış bir yüz ifadesiyle dudaklarını büzmüştü. semihse kaşlarını çatıyordu ama denize kafasıyla mutfağı işaret etti. birlikte gittiler. seslerini duyabiliyordum. tanrım özel birşey konuşacaklarsa daha sessiz konuşamaz mıydılar? "bence söylemeliyiz." diyen semihti. "bilmeye hakkı var." dedi. "inanmaz ki." deniz endişeliydi. onlara dönüp baktım. neye inanmamı bekliyorlardı ki? mücize ile buraya ışınlanmıştım işte. "söylemeye gidiyorum." dedi semih. yanıma geldi. "ayça, birazdan söyleyeceklerime inanmayabilirsin ama anlamaya çalış." kafamı salladım. "bu evde tuhaf birşeyler var ve biz bunu çözmeye geldik. henüz ne olduğunu biz de bilmiyoruz ama bulucaz. seni de evine götürücez. bize güvenebilirsin." şaşırmamıştım. bu evde tuhaf bişeyler olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. "hava kararıyo." dedi deniz. "yakıcak bişeyler bulmalıyız." şömineyi işaret ederek akşamlarının soğuk olduğunu söyledim. deniz ise şömineyi yakamayacağımızı köpeklerin -eğer varsa daha fazlasının- buraya akın etmesini söylememizin başka bir yolu olduğu olcağını söyledi. "patron sizsiniz." diyerek ellerimi teslim olmuş gibi yukarı kaldırdım. deniz gülümseyerek "bu kızı sevdim." dedi. "sen de biraz örnek al" dedi semihe bende semihe dönüp gülümsedim ve sessizce "beni örnek al." dedim. o da fazla şaşırmamış bir edayla güldü ve kafasını yana eğerek "tamam" dedi. "şimdi bi evi arayalım. mum, kandil ne bulursanız getirin." dedi deniz. ben yukarı bakabilceğimi söyleyerek merdivenlere yöneldim. semihte bana eşlik edebilceğini söyledi. deniz de bu katı aramak durumunda kalmıştı. merdivenleri hızlı hızlı çıkıp kilere yöneldim. semih arkamdan geliyordu. kilere girdiğimizde arkamı dönüp onlara kim olduklarını sordum. "ben semih o da deniz. bir iki kardeşiz." dedi. kardeş olmalarına şaşırmıştım ama belli etmedim. birbirlerine benzemiyorlardı. deniz daha kısa boylu, siyah kısa saçlı ve biraz daha kiloluydu ama yakışıklıydı. ve biraz da kendini beğenmişlik ve nasıl desem, havalı olma hareketleri vardı. "peki genel olarak ne iş yapıyosunuz?" diye sordum. "yani mesela bu evi neden arıyodunuz?" dedim. semih önce cevap vermek istemezmiş gibi göründü. sonra ikimizde dolapları açıp kapamaya başladık. "sanırım başka odaya baksak iyi olcak." dedi bir sessizlikten sonra. kafamı salladım ve kilerden çıktık. kilerin yanındaki odanın kapısını açtı. eşyaları çarşaflarla kapalı olan oda. içeri girdik çünkü bir sürü dolap vardı. "içeri girmeye cesaret edemedim bu sabah." dedim. gülümsedi. içeri girdik ve dolaplara bakmaya başladık. koltukların üstünde, orta sehpanın üstünde, koltuk yanlarındaki küçük masaların üstünde, tabloların üstünde hep çarşaflar örtülüydü. tabloların üstünde? duvarın yanına gidip bir tane tablonun çarşafını kaldırdım. "sanata meraklı mısın?" diye sordu semih. hayır anlamında kafamı salladım. konuşamıyordum ve sanırım küçük dilimi yutmuştum. "evde başka birileri olmalı." dedim. diğer tabloların çarşaflarını tek tek kaldırdıktan sonra geri çekildim. kapının oraya kadar gidip tekrar tablolara baktım uzaktan farklı mı görünüyorlar diye ama nafileydi. tablolar değişmişti. padişahlar gitmiş, yerini manzaralar almıştı. "tablolar değişmiş ve üzerlerine çarşaf örtülmüş." diyebildim şaşkınlıkla. semih omzumdan tutarak bu odadan çıkmamızın daha iyi olcağını söyledi ve çıkarken kapıyı çekip kapattı. diğer odaların kapısı kilitli olduğu için uyandığım odaya ilerledik ve orda bir dolap içinde sanki dini bir tören için tutulmuş çeşit çeşit renklerde mumlar bulduk. mumların bazıları yanmış hatta yarısı erimişti. "renkli olanları alma" dedim. nedenini sordu. "renkli olanlar ritüellerde kullanılır. bu evde garip bişeyler olduğunu kendin söyledin. beyazları al. renkilerin enerji yüklü olma ihtimali var." dedim. semih bunu söylememe şaşırmıştı ama bir koli beyaz mum vardı. bikaç tane alıp kibritle beraber yan dolaptan çıkardığımız battaniyelerle aşağı indik. denizi göremedik. ama sonra bir odadan çıkarak yanımıza geldi. bulduğumuza sevinmiş olduğunu söyledi. mutfağın dolaplarından birinde anahtarlar bulmuştu ve odaları dolaşmıştı. kömürlüğe inen kapıyı da bulmuş hatta aşağıyı kontrol etmişti. sonra üçümüzde şöminenin önündeki koltuklara geçip oturduk ve battaniyelerimize sarılıp mumları yaktık. artık kim olduklarını ve evle ilgili birşeyleri öğrenmem gerekiyordu...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder